Ne aramıştınız?

Sayfalar
Haber ve Duyurularda
Dosya ve Görsellerde
Kültür Köşesinde
Videolarda
Akademik Kategorilerde
Akademik Yazılarda
Arama - Haber Kaynağı
Arama - Etiketler

Eğitimde Üslubun Önemi

Görüntülenme: 7514

0.0/5 rating (0 votes)

Yazan: Murat Kaya

Odanın pencereye yakın kısmında duran akvaryumdaki balıklar, donuk bakışlarla sudaki kırılmalara eşlik ediyordu. Bu saydam cam kutu; fokurtusuyla, suyun dalgalanmasıyla, balıkların sun’î bitkilerin arasında süzülmesiyle ayrı bir dünya idi. Hilmi Bey, kitabı masasının üzerine bıraktı. Sonra elini cebine atıp kelimeleri hapsettiği kalbinin hemen üzerindeki cebinden cüzdanını çıkardı. Koltuğuna yaslanıp cüzdanını açtı. Cüzdana değil, sanki derin bir tünelin içinden geçmişteki yıllarına bakıyordu. Yıpranır endişesiyle naylona sardığı paraya uzun uzun baktı. Paranın üzerinde silinmez hatıralar aradı. “Verdiğin bu para olmasa, hâlim ne olurdu hocam?” dedi usulca.

Etrafına göz gezdirdi sonra. Saksıda duran menekşelere, duvardaki tablolara, oturduğu koltuğa, masanın üzerindeki şirket logosuna bakıp gözlerini kapayarak düşündü. “Ah Hocam, ah! Ya sen olmasaydın?” dedi bir defa daha yüreği. Talebeyken kaldığı yurda gitti bir ânda hayalen.

Yıllar yıllar öncesiydi. Kuşlar kadar ötede, çiçekler kadar yakındaydı. Gözünü kırptığında gidecek bir hayaldi o yıllar. İmkânı olmadığı için arkadaşlarına özeniyor, onlar gibi eğlenmeyi, onlar gibi gezip tozmayı hayal ediyordu. Hayal ediyordu; ama cebinde parası yoktu. Her okul çıkışında arkadaşlarının gittiği pastanede bir gün onlarla birlikte oturabilmenin hayalini kuruyordu. Kendisini davet eden arkadaşlarına söyleyecek mazereti kalmayınca, pastanenin önünden geçemeyip arka sokaktan dolaşır olmuştu.

- Hilmi! Gel hele şurada bir soluklan. Bir limonata içer, serinleriz. Ben de isterdim; ama yetiştirmem gereken ödevlerim var.

- Hilmi, bugün Mesut’un doğum günüymüş, hani şu ilerideki pastane var ya...

- Hay olmaz olsun o pastane…

- Efendim…

- Yok bir şey…

- Ne diyordum; Mesut’un doğum gününde ona bir sürpriz yapacağız, sen de gelirsin değil mi?

- Arkadaş bu kadar da olmaz. Köyden bir akrabam gelecekmiş yurda beni ziyarete… Ya öyle mi… Hay Allah, neyse…

- Hilmi, bu akşam çay bahçesinde buluşup maça gideceğiz.

- Benim ayağım ağrıyor, ben gelemeyeceğim.

Mazeretler bitince artık okuldan arkadaşlarına görünmeden ayrılmaya başlamıştı. Bir gün koridorda bir miktar para görmüş, parayı almış ve kendisininmiş gibi cebine atmıştı. Önceleri vicdanını kemiren soruları; “Ama çevrede kimse yoktu; ben almasaydım başkası alacaktı... Hâl böyle olunca benim almamın ne mahzuru olabilir ki…” diyerek geçiştiriyordu.

Bir başka gün ranzanın üzerinde her zaman onu pastaneye davet eden çocuklardan birinin cüzdanını görünce, içi bir garip olmuş; etrafı kontrol edip ortalıkta kimseler olmadığını anlayınca cüzdandan bir miktar para almıştı.

Bu iki olaydan sonra vicdanı onu rahatsız etse de bulduğu mazeretler, onu gerçekleri görmekten uzaklaştırmış; “Bende para yok... Onlarda var… Biraz alsam bir şey olmaz... Belki arkadaşım memnun da olur. Ben olsaydım onun yerinde mutlu olurdum. Benim gibi bir kişiye biraz yardım yapmak ona zarar vermez ki…” gibi yanlış düşüncelere sevk etmişti.

Bir vakit sonra, parasını kaybeden talebe şikâyetçi olmuş, yurtta arama yapılmıştı. Para Hilmi’nin dolabında bulununca da idareciler ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Zîrâ bunu ona ve diğer talebelere söylemek zordu. Uzun uzun düşündüler. Saniye dakika; dakika saat; saat gün oldu… Istırap uzadıkça uzadı. Saçakta tüneyen kuş, sokağın köşesinde bekleyen kedi, dalda salınan yaprak dondu kaldı bu resimde. Bir tarafta parası çalınan çocuklar, diğer tarafta çalmayı alışkanlık hâline getirmiş bir talebe… Bir vakit… Bir vakit… Bir vakit beklediler… Çocuğu çağırıp durumu anlatmadan önce yurdun idarecisi, “Arkadaşlar, bunu bir de hocamıza açalım, onun söylediğine göre davranalım.” diyerek zaman istedi.

Olan biteni; gönlü gül, yüzü güneş, gözleri bulut bulut olan hocalarına ilettiler. Düşündü bir vakit yüzündeki hüzünle hoca. Sonra yurt idarecisine:

- Ben o delikanlıyla bir görüşeyim, müsaade eder misiniz.

- Estağfurullah hocam; hemen çağıralım.

Hilmi, idareye geldiğinde ne olduğundan pek haberi yok gibiydi. Onu tespit edeceklerine ihtimal vermediği gibi, buna kendisini de inandırmıştı.

- Hilmi, nasılsın iyi misin?

- İyiyim; hamdolsun hocam.

- Dersler nasıl gidiyor?

- Gayret ediyorum hocam. İnşallah takdir bekliyorum.

- Aferin…

Hocanın sözleri ve tavırları, Hilmi’yi rahatlatmıştı. Değerli bir misafir olarak hissetti kendini. Onun gözlerinde ufuklara daldı gitti. Yağmur oldu; hocanın sözleri susuz kalmış gönlüne.

- Kimlerle dostluk kurarsın Hilmi Bey?

“Hilmi Bey” kelimesi işledi içine, eridi, sustu; dinginliğin huzurunu yaşadı.

- Bizim yatakhaneden Ahmet, Suat; okuldan Ebubekir; Mehmet Ali…

- Oh oh… Maşallah, pek de beyefendi arkadaşların varmış…

- Onlarla bir yerlere gidiyor musunuz?

- …

- Bak sana vazife veriyorum…

- Vazife mi? Bana mı? Emredin hocam…

Cebinden çıkardığı elli lirayı Hilmi’ye uzatıp:

- Şunu al, arkadaşlarına hafta sonu bir dondurma, tatlı ısmarla; olur mu?

- …

Şaşırmış hâlde kendisine uzatılan paraya bakan Hilmi, bir ân rüyada olduğunu düşündü. Adam yerine konulduğuna mı sevinsin, kendisine teklif edilene mi; yoksa arkadaşlarıyla pastaneye gidebilecek olmasına mı? İkram edilen çayını bitirince, müsaade isteyip idare odasından ayrıldı.

Aradan bir hafta geçmişti. Kelimeleri nezaket elbisesine büründüren Hocaefendi, talebeyi tekrar yanına çağırttı.

- Hilmi Bey…

“Bana yine Hilmi Bey dedi… Evet, evet yanlış duymadım… Yoksa odada bir başka kişi var da ona mı söylüyor?” diyerek çevresine bakındı Hilmi. Etrafına bakınırken aynı ifadeyi tekrar duydu:

- Hilmi Bey…

- Buyrun hocam…

- Nasılsın bakalım, görüşmeyeli?

- Hamdolsun hocam…

- Peki... Verdiğim vazifeyi yaptın mı, arkadaşlarını pastaneye götürdün mü?

- Götürdüm hocam…

- Hay yaşayasın…

Hilmi, için için eridiğinin farkındaydı. O bakışlar yok mu, o bakışlar... Hocasının, içine işleyen bakışları... Uzun süre bakamasa da kafasını kaldırınca gördüğü o nemli gözler…

Kalkıp gitme vakti geldiğinde hocasının:

- Şimdi al şu elli lirayı, bu hafta da arkadaşlarına pasta ikram et.

- Ama hocam…

- Al al…

- ….

- Arkadaşlarına sahip çık olur mu?

- Peki, hocam…

Boş bardağı ağzına götürdüğünü, tabağa geri koyduğunda fark etti. Sonra müsaade isteyip çıktı odadan...
Ondaki müspet gelişmeler, yurttaki hırsızlıkların bitmesi, idarecileri ziyadesiyle memnun etmişti. Atalım dedikleri talebenin şimdi arkadaşlarıyla alâkadar olduğunu görünce “İyi ki atmamışız, iyi ki hocamızla görüştürmüşüz.” dediler.

 

Sosyal Medyada Paylaş

Ailemize siz de katılın!

Bilgilerinizin 3. şahıslarla paylaşılmayacağını taahhüt ederiz.
Sitede bulunan hiçbir içerik Uluslararası Kültür, Dil ve Edebiyat Derneğine ait değildir. Bütün içeriklerin sorumluluğu paylaşan ziyaretçilerimize aittir. Sitemizin, paylaşılan içeriklerin içeriğinde bulunan hiçbir bilgiden sorumlu tutulamaz. Sitemizde içerik paylaşanlar, paylaştıkları içeriklerin içerisinde bulunan her türlü materyalin telif haklarının kendilerine ait olduğunu beyan etmiş sayılırlar. İçeriklerle ilgili bütün sorumluluk içerik sahiplerine aittir. Bu durumlardan Uluslararası Kültür, Dil ve Edebiyat Derneği ile sitemiz görevlileri sorumlu değildir. Sitemizdeki içeriklerin herhangi birisi size ait bir telif hakkını ihlal ettiğini düşünüyorsanız bunu [email protected] adresinden bize bildirebilirsiniz.